Ben,

Yaklaşık bir buçuk senedir buralarda yazıyorum. Yazmak için düşünüyorum, düşünebilmek için yazıyorum. Çünkü bence yazı, lafın bittiği yerde başlıyor. Lafın bittiği yerde kelime beliriyor. Lafın bittiği yerde, ben beliriyorum. Bir fani varlık beliriyor... Yazarak, en azından yokluğa, yok edilişe karşı mücadele ediyorum. Hem fani hem de üstüne, yok olmak istemiyorum

Yazarak deniyorum. Varlığımı ortaya çıkarıyorum, ortaya koyuyorum. Birey olmayı deniyorum, çünkü bireye inanıyorum. Bu inancın Edirne’den Ardahan’a, Müslümanlıktan sosyalizme beni hangi lafta hangi rafa kaldırdığı da hiç umurumda değil.

Ordinaryus çakalların dikkatine! Bireyin kutsallığına inanmıyorum. Tam da tersine, kutsal olma kabiliyetine sahip olmayan tek şeyin, bireyin, yok edildiği her tertibin terkibini varlığımı öne sürerek, ortaya koyarak bozmaya çalışıyorum. Bu tertibin kutsal sağda, ya da kutsal solda olması benim için farkedemiyor.

Bilgiye şahsi bir ilgim var, ama tâbiyetim yok. İnanca büyük saygım var, ama aidiyetim yok. Amma ve lakin, kutsal olanla işim olmaz. Kutsallaştırmanın pagan bir vahşet olduğunu düşünüyorum. İçine şu veya bu kutsal girmiş her toplumsal sözleşmenin başından sonuna karşısındayım.

Önce inanıp sonra diz çökenleri rahatlık ve huzur içinde anlayabiliyorum. Fakat bunun tam tersi, yani önce diz çöküp sonra inananlar ise tabiatıyla bana dehşet veriyor. Zira onlar, kendileri dahil her şeyi yok ediyor. Bunu da bana hiç kimsenin işaret etmesi gerekmiyor. İnanır mısınız, bunu kendi kendime görebiliyorum.

Yazarken mümkün olduğu kadar kendi dünyama, kendi dimağıma referansla yazmaya dikkat ediyorum. Bunu yazarlığın namusu telakki ediyorum. Bunun için bu köşeyi işgal ettiğimi düşünüyorum.

Karşımızda duran koskoca dağların, mesela bir Ergenekon’un, varlığı ve yokluğu metafizik bir mesele gibi sabah akşam tartışılmaya ihtiyaç duyulmadığı gün, benim gibi gazeteci olmayan yazarlar da bu köşeleri işgal etmeyecekler. O günü ben de sizin gibi iple çekiyorum.

Yoksa Marks’tan Troçki’ye, Kemal’den Atatürk’e, Ertuğrul’dan Ertuğrul’a, icazet alarak serpme yazı yazmanın, yukardan ilim irfan ikbal, taktik strateji saçmanın tekniklerini, inceliklerini, dahası protokolünü hasbelkader öğrenmiş biriyim. Enikonu maalesef ben de bir ‘okumuş Türk çocuğuyum’.

Ama okuduklarımla sizin canınıza okumayı, basit olanı zaafla karmaşıklaştırarak, dibi görüneni lafla derinleştirerek, sıradan insanların ve bireyin beş duyusuna ve aklına hakaret etmeyi en büyük sahtekârlık sayıyorum.

Eğer yazdıklarımla ola ki bünyenizi, aklınızı, vicdanınızı zaman zaman köşeye sıkıştırıyorsam, bunu kimseyi arkama almadan, tek başıma yapmaya çalışıyorum. Yaptığımı büyütmeyin ve daha da elzemi, beni ve sıradanlığımı sakın ha küçümsemeyin diye...

Yazarın derdi, becerebiliyorsa, hiçbir şeye dayanmadan yaslanmadan, kendini ortaya koymaktır. Yani, sıradan bir insan olmaktır.

Sıradan insan kim midir? Türk aydını koşup bir bilene sormadan ben cevap vereyim.

Sıradan insan, beş duyusunu ve aklını gerektiğinde hiç bir referansa ihtiyaç duymadan hemen kullanabilen insandır. İçgüdülerini kaybetmemiş insandır. Yangından hangi güdüyle kaçıyorsa, özgürlüğün kokusunu aynı güdüyle alabilen insandır.

Sıradan insan, bir gece muhtıra verilince, Ertuğrul’lar, Aydın’lar, Kemal’ler uyanmadan, ne düşüneceğini, daha da önemlisi ne hissedeceğini tek başına bilen insandır.

27 Nisan muhtırasının ertesi günü gazete köşelerine bakın, medyamızdaki sıradan insanları saymaya başlayın.

Sıradan insan, yediği ikinci darbede ilk darbeden daha büyük tepki veren, sesini daha da yükselten insandır.

Abdurrahman’ın davasından sonra tepkisini ikiyle çarpma cüretini gösterenlere bakın, kaç sıradan insan kalıyor geriye, artık parmaklarınızla sayabilirsiniz.

Sıradan insan, Veli Küçük ismi geçtiğinde Hrant Dink’in vücut kimyasının bozulduğunu, ölmeden öldüğünü, ne yapsa bir türlü unutamayan insandır.

Ben ve benim gibi sıradan insanları babalarınızı arkanıza alıp kovalamaya çalışabilirsiniz. Ama artık beceremezsiniz. Çünkü biz, kazandık. Bize yer açacaksınız. Bize alışacaksınız.

Evet, haklısınız, sizin için tehlikeliyiz. Çünkü biz varoldukça, zamanla siz de sıradanlaşacaksınız.

Sıradanlık, bulaşıcı sağlıktır.

Bize bulaşmazsanız, bir ihtimal sıradanlık size bulaşmayabilir. Ama bize bulaşmadan sıradan olmadığınızı nasıl ispatlayacaksınız, nasıl sergileyeceksiniz? Di mi?

İşte, iş burada sizin için bir çıkmaza giriyor.

Hem de çok sıradan bir çıkmaza.

Maalesef.


About this entry


0 yorum: