70’ler, Marks’ın dünyanın yarısına bedel olduğu yıllardı. Hatta yarısından fazlasına. Sadece dünyanın değil, insan denen beşerin zaaflarının yarısının hesabının da Marksizmden sorulduğu günlerdi o günler. Stalin’in kara, kanlı hesabının Marks’ın mürekkebine yüklendiği günler.
Tedhişçi, terörist nihilizmin Marksizme el altından transfer olduğu, Baider Meinhof’un, Kızıl Tugayların, Action Direct’in Avrupa’nın kalbinde hücrelendiği, Carlos’un bir insanlık canavarıyla bir seks ilahı olmak arasında gidip geldiği garip zamanlar.
Vicdanların Ortadoğu üzerinden düzenlendiği, Ortadoğu hakkındaki farklı görüşlerin Fransa’daki bir çiftin aşkının içine edebildiği bir devir. Amerika kıyılarında balıktan çok Sovyet denizaltısı olduğu varsayılan kuyruklu yalanlar devri. Aynı zamanda hakiki korku ve hakiki acılar devri. Azgın faşist diktatörler devri. İnsanın insana neler yapabileceğinin artık gizlenemediği, ürpererek izlenmeye başladığı bir dönem.
Böyle uygun bir zamanda, Fransa’da İngiltere’de Almanya’da, ekmek peşinde, çoluğunun çocuğunun derdinde, ‘sıradan’ bir vatandaşı, Hitler’den, Franco’dan korktuğu kadar Marks’tan, Marksizmden korkutmak çok mu zordu?
Çok kolaydı. Yarım Ertuğrul Özkök içine çeyrek Fatih Altaylı bütün Avrupa’yı zehirleyip gebertmeye yetebilirdi. Baykal’a da ister istemez yalnızca avukatlık kalırdı. Diktatörlerin avukatlığını yapmak.
Avrupa ne yaptı? Marksizmden korkmamayı tercih etti. Kimseyi Marksizmle korkutmamayı tercih etti. Marks bir Avrupalıydı. Marks onların kültürünün bir parçasıydı. Marks onların düşüncesinin, onların felsefesinin, onların zihniyetinin, onların hayatının bir parçasıydı. Evet, Marksizm çoğu zaman bir inanç gibi örgütlendi, ama temelinde eleştirel bir düşünceydi, bir felsefeydi. Kökü Avrupa’nın çok derinlerinde olan bir felsefe.
Avrupa, kanlı faşist diktatörlerle Marks’ı aynı kefeye, aynı kefene koymadı. Koymaya gönlü varmadı. Buna halkın vicdanı diyorum ben. Bu günlerde Türkiye’de çok ihtiyaç duyduğumuz bir şey.
Bu dönemde Avrupa çok önemli filozoflar çıkardı. Döneminin en önemli filozoflarıydı onlar. Bunların neredeyse hepsi Marksistti. Bu filozofların bütün çabası, temelinde, Marks’ın Avrupa kültürünün bir parçası olduğunu fark etmek, fark ettirmekti. Marks’ın Avrupa’daki derin köklerini görünür kılmaktı. Bunlar Marks’ın köklerine Leibniz’den Spinoza’ya Nietzche’ye, Marks dahil kimsenin daha önce aklına gelmeyen bir sürü filozofu yerleştirdiler. Marks’a yeni felsefi akrabalıklar yarattılar. Marks’ı öncelikle bir düşünür yaptılar. Marks’ı Marks yaptılar. Stalin’i de Stalin kalmaya mahkûm ettiler. Marks’a sahip çıktılar. Marks’ı yaşattılar. Marks’ı tetiklemecilerden, tetikçilerden korudular. Marksist partiler Avrupa demokrasisinde var olabildi. Hatta zaman zaman da iktidara çok yakın durdu. Ne olduysa oldu, ama sonunda Marks, Avrupa’nın her yanına sinmiş bir filozof oldu. Bunu da yerden göğe kadar hak ediyordu.
Bu sayede Marks, şimdi Marksist olmayan filozoflarda da yaşayabiliyor. Dünya kültürünün derin bir parçası olabiliyor. Ve kimseyi korkutma ihtimali de artık pek bulunmuyor. Berlin Duvarı yıkıldı diye değil. Avrupalıların korkabilecekleri zaman korkmamayı tercih etmesi ve ‘düşünürlerinin’ jip peşinde koşmak yerine gece gündüz kafa patlatması sayesinde.
Korkmayı ve korkutmayı tercih eden amip ‘kültürler’ ne yaptı bu devirde? Amerika bütün dünyada komünist avına çıktı. Sovyetler Marks’tan Stalin kadar nefret eden bir nesil yetiştirdi. Biz ne yaptık? Kendinden başkasına gücü yetmeyen süper gücüz ya, biz de memleketi yaktık, yıktık, koskoca bir ormanı kuruttuk.
İşte o yıllar, Amerikalı olmaktan, Türk olmaktan tarifsiz utanç duyulan yıllardı. Avrupa’nın haklı gururunun da maalesef kibre dönmeye başladığı yıllar. Hitler’in verdiği derin vicdan azabını kibrin şehvetiyle dengelemeye başladığı yıllar.
Evet, Avrupa’nın gururu artık kibir oldu. Amerika’nın utancı ise hâlâ devam ediyor. Şimdi de İslamofobia olarak devam ediyor. Bizim utancımız da hep Amerikan malıdır. Bizim utancımız da İslamofobia olarak devam ediyor.
Ama Amerika’ya karşı olmak başka, onu küçümsemek başka. Amerika zamanın şuuruna hâkim. Irak’ta yaptıklarını bütün Müslüman âleminde tekrarlayamayacağını, bunu 2008 yılında, dünyanın uydudan açılmış gözleri önünde beceremeyeceğini biliyor. Amerika bu yüzden, Marks’ın Avrupa’da derinleştirilerek kabulü gibi, İslamın da Türkiye’de derinleştirilerek kabul edilmesi fırsatına FİT OLUYOR. Zamanında Marks için Avrupa’yla yaptığı uzlaşmayı, bu kez de İslam için Türkiye’yle yapmak ZORUNDA KALIYOR.
Bu da bana fena halde uyuyor. Çünkü ben vatanını satan neo-liberal bir o.... çocuğuyum. Ananızı babanızı bilemem, ama aynı şeyi size, şiddetle tavsiye ederim.
Ilımlı Marksizm ve Ilımlı İslam
About this entry
Youre currently reading Ilımlı Marksizm ve Ilımlı İslam.
- Published:
- zaman: 11:01 on 7 Temmuz 2008 Pazartesi
- Category:
- gökhan özgün, taraf
- Previous:
- Önceki Kayıt
- Next:
- Sonraki Kayıt
0 yorum: