Paşa çayı

Ergenekon tartışması felsefedeki idealizm materyalizm tartışmasına döndü. Temelinde metafizik bir tartışmaya.

Zamanında Dr. Johnson diye bir filozof, gelmiş geçmiş en kısa felsefe tebliğini vermişti. Amacı, binbir dereden su taşıyarak maddenin gerçekte var olmadığını ispatlamaya çalışan Berkeley’i alt etmek ve materyalizmin gerçekliğini kanıtlamaktı. Dr. Johnson kürsüye koskoca bir taş getirdi. Ve taşa olanca gücüyle tekme attı. Böyle bir tebliğ ‘derin’ filozoflara hitap etmez tabii, ama sıradan ‘sığ’ bir insan bu kısa tebliğin hakiki derinliğini hemen kavrar. Taş, gerçek olsa da acıtır, gerçek olmasa da.

Çünkü kafası yıllardır taştan taşa vurulan sıradan insanlardır.

Şimdi devir değişti, bu sıradan insanlar koskoca bir taş gibi duruyor inkârcıların, ‘farecilerin’ önünde.

Bu ‘sıradan taşın’ büyüklüğünü Yeni Şafak’taki araştırmadan öğreniyoruz. “Türk toplumunun yaklaşık yüzde 61’i Ergenekon’un çıkar amaçlı bir suç örgütü olduğunu, yüzde 57’si ise darbe yapmak için bir araya geldiğini düşünmektedir. Ergenekon siyasi bir operasyondur önermesine hayır diyenlerin oranı yüzde 65’dir. Vatansever bir oluşumdur önermesine hayır diyenlerin oranı yüzde 77,3’dür.”

Bu rakamlar AKP’ye verilen siyasi desteğin çok üstündedir.

Yani, eski taşlar gitmiş, yeni taşlar yerine oturmaya başlamıştır. Ergenekon’u küçümsemeye, yok saymaya çalışan birileri sizce bu yeni taşa kafalarını vura vura kendilerini yok etmeye mi çalışıyorlar? Bu kadar mı kendilerinden geçmişler?

Yok hayır, bence o kadar aptal değiller. Onların çok uzun sürecek yepyeni bir otoriter rejim hayali var. Yeni otoriterliğin sesi onlar. Ya da sesi olmak için çırpınıyorlar. Ergenekon’u sulandırarak bir ‘paşa çayı’ kıvamına getirmek istiyorlar. Yeni otoriter ‘paşa çayı rejimi’nin tepesine oturmayı hayal ediyorlar. Vicdansızlık rejiminden, bulanık vicdan rejimine geçileceğini öngörüyorlar. O bulanıklığın dilini örüyorlar.

İşte Aydın Doğan medyasının ince fikri bu yeni bulanıklığın dilbilimcisi olmak. Ben Aydın Doğan medyasında emir komuta zincirinin ‘gerçek’ halkalarının bozulacağına hiç mi hiç ihtimal vermiyorum. Bir iki süs yazar hariç, ki ben de onlardan biriydim, Aydın Doğan medyasında bu görevin bir refleks mekanizmasına dönecek kadar içselleştirildiğini düşünüyorum. Onların bütün işi, eski cendere parçalanırken, yeni ve daha modern bir cenderenin kuruluşunu teminat altına almak. Ve giderek ılıyan sularda masumlaşmak.

Bu yüzden onları ne kadar teşhir etseniz, fark etmez, onlar bunu dert etmez. Çünkü onların gözü ne sizde, ne de halkta. Onların gözü başka bir yerde. O ‘başka bir yer’ onlara gözünü kırpana kadar durmayacaklar. Koşuşturacaklar. Ağız yakan kaynar suya sürekli soğuk su katacaklar. Ta ki birileri tam kıvamına geldi diyene kadar.

Başarabilirler mi? Gayet tabii başarabilirler. Burası Türkiye. Onlar da Türkiye’nin ‘tabiatı’ üzerine paraları basıyor.

Onların başarısını engelleyebilecek tek bir güç var şu anda Türkiye’de, o da AKP.

Ama ne var ki, AKP köşeye sıkışmadan hareket etmeyen miskin bir kedi gibi. Bunu iyi okuyan ‘yeni otoriterlik’ AKP’yi köşeye sıkıştırmak istemeyecektir.

Buna, AKP’yi kapatmamakla başlayacaklar.

Kapatılmayan bir AKP, ekonomi için, sözde normalleşme için, kısa dönemde iyidir hoştur da, uzun dönemde hem demokrasi, hem ekonomi için çok salaş bir yoldur.

Dikkatinizi çekerim. Kapatılmayan bir AKP, temize çıkmış bir AKP değildir. ‘Affedilmiş’ bir AKP’dir. Kimin affettiği ise çok önemlidir. Çünkü onu affeden makam, yeni otorite makamıdır.

Eski otorite AKP’yi ‘hiç yoktan’ suçlamıştır. Yeni otorite de ‘hiç yoktan’ affedecektir. Bu iki otorite arasındaki çok önemli ortak nokta, hiç yoktanlıktır.

AKP kapatılmadığı gün, Ertuğrul Özkök’ün ‘işte size Türk adaleti, işte size yüce Türk yargısı’ yazısı elbette hazırdır. İşin garibi, aynı gün aynı sözleri bir AKP’li, mesela Cemil Çiçek de edebilir.

Türkiye’nin garip yeni çıkmazı budur. Affedilmiş ve hiç yoktan borçlu bir AKP’yle yoluna devam etmek ve günü kurtarmak. Ya da affedilmemiş bir AKP’yle biraz olsun geleceği kurtarmak.

İşte bu yüzden AKP’nin savunma yapmayı reddetmesi çok önemliydi. Geçmiş olsun.

Ama ne olursa olsun, bundan böyle Türkiye’de, ucunda ışık görülen bir tünelde siyaset yapılacaktır. O ışığın kaynağı da, halkın hafızasıdır, halkın kaydıdır.

Bu da, ben faninin bu memlekette gördüğü en umut verici şeydir.

Bu değişimin ‘vesileleri’ ve ‘vasıtaları’ ortadadır. Ama evet, ne yazık ki hâlâ bu değişimin gerçek bir öznesi yoktur. Özne olabilmek, hepiniz iliklerinize kadar biliyorsunuz, bu memlekette son derece zor, tehlikeli ve marjinal bir iştir...


About this entry


0 yorum: