Dikkat ‘political correctness’ geliyor

Bir davanın önemini adli sonuçlarıyla, kaç kişiyi ipe götüreceğiyle ölçmeye o kadar alışmış ki memleketim, okumayı yazmayı düşünmeyi unutmuş.

Ergenekon iddianamesi Türkiye’de siyasetin okunuşunu değiştirdi. Siyasetin oturuşunu değiştirdi. Ejderha yumurtası dünya âlemin gözü önünde düştü kırıldı. İmparatorun bütün askerleri ne kadar uğraşsa, o yumurtayı bir araya getiremez artık.

Bunun sağlaması için ‘makul zalimlerin’ artık iyice pısırıklaşan pişkinliğine bakmak yeterli. Çünkü onların işi yumurtanın parçalarını teyelleyip yumurtayı çıktığı yere sokmaktır.

Artık sıradan insan biliyor. Öldürebilen siyasetler birbirinden farklı ideolojiler gibi görünseler bile, bir yerlerde buluşup birbirlerine iş ihale edebiliyor, yepyeni ittifaklar kurabiliyor. Öldürebilenler için siyasetin temel aracı korku ve iftira. Ve, korku ve iftiraya açık her siyaset sonuçta öldürenlerin fikrini, zikrini besliyor. Hileli, hülleli mücadele yöntemini benimseyenlerin yolu eninde sonunda aynı karanlık ve kanlı odada istese de istemese de kesişiyor.

Öldürenlerin siyasi ideolojisine uzaktan el sallamak eskisi kadar masum ve makul değil. İdeolojilerin kanlı ve karanlık uçlarının ‘masum’ gövdesiyle nasıl bir organik bağı olduğu artık bal gibi biliniyor.

Çok ama çok önemli bir şey oluyor! Türkiye kendine has bir ‘gafsız siyaset’ (political correctness) üretiyor. Bundan böyle durduğun yer ne kadar masum görünürse görünsün, durduğun yerin görünen en uç noktasının vebali de az ya da çok senin üzerinde.

Mesela bilimsel sosyolojik araştırma niyetine türbanlı kellesi sayarken ve yalnızca bu sayılardan sosyolojik sonuç çıkartırken artık bin kere düşüneceksin. Çünkü artık bu ‘makul’ girişimlerin vardığı yer keşfedildi ve haritaya eklendi. İster bu uç ve suç noktanın avukatlığına soyunursun. İstersen oh ben kurtuldum diye zil takıp oynarsın. Ertuğrul Özkök kurtulmuş. Öyle diyor. Zaten senin işin bu, memleket batsa da, memleketi batırsan da, kendini kurtarmak. Kendi çok şahsi misyonunu bir Türkiye vizyonu diye halka yutturmak.

Artık gören görüyor, bu işten kurtulamayacak olanlar, oh ben kurtuldum diyenler. Hafızalara ebediyen kaydedildiler. Onların er ya da geç ‘işleri’ az ya da çok bozulacak. Onların cezası da bu olacak. Onları da en çok bu acıtır.

Artık canilerin kimliği bilinmediği zaman bile caniliğin faili biliniyor. El Kaide, Hizbullah, Ergenekon, Ulusalcı, Cuntacı, Derin Devlet, Gladyo, PKK artık sıradan insan için çok farketmiyor. Bunların farkı üzerinde ısrar edenler, bunların farkından kendine bir siyasi duruş çıkarmaya çalışanlar, sıradan insan tarafından büyük şüpheyle izleniyor. Kayda geçiriliyor.

Artık Türkiye’deki siyasi soru, ben ne düşünüyorum sorusu değil, ben düşündüklerimle nerede duruyorum sorusu. Çünkü Ergenekon Türk siyasetinin görünmeyen bilinmeyen kıtalarını ortaya çıkardı, bu kıtaların arasındaki gizli geçitleri gözler önüne serdi.

Bu büyük değişim birilerini büyük paniğe sevkediyor. İşte bu paniğin nedeni, ‘political correctness’. Benim Türkçemle ‘gafsız siyaset’. Ne düşündüğün kadar, düşüncenle, düşüncesizliğinle nerede durduğundan da sorumlu olma hali.

Umut verici bir gafsız siyaset örneği, dikkatlerden kaçmamalı, Ahmet Türk’ten geliyor. Ahmet Türk altını çiziyor. “Kim olursa olsun demiyorum,” diyor. “Yalnızca bu insanlık dışı olayı lanetliyorum.” Memleketin ağzından düşmeyen özrü kabahatinden büyük ‘kim olursa olsun’ lafı da böylece bizlere elveda diyor.

Her demokrasi kendine özgü bir ‘gafsız siyaset’ kavramı üretmek zorundadır. Üzgünüz, ama bu böyledir.

Artık, valla ben samimiyim, böyle düşünüyorum diye, dünyada bir tek Türk’ten ırkçı olmaz lafını Hrant Dink’in cesedi üzerine sallayanlar, jetlere Kürtler’in camlarını kırın emri verenler, bunları söylemeyi demokrasinin olmadığı yerde bir garip demokratik hak olarak görenler, eskisi kadar başıboş olamayacak.

Korkmasınlar, demokraside isteyen istediğini söyler. Bunun bir cezası yoktur. Ama demokrasi ağzından çıkanı kulağı duymayanları da kendi haline bırakmaz. Ne mi yapar? Marjinalize eder. Bu, birileri için ölmekten bile beterdir.

Size bir sır vereyim. Demokrasilerde samimiyet tek başına bir erdem değildir..

Ya da daha doğrusu, demokrasilerde ‘politically correct’ olmayan samimiyetinin bir bedeli vardır. Vebali vardır.

Demokrasilerde ‘politically correct’ olmayan laflar marjinalleşmek göze alınmadan ortaya üfürülmez. Demokrasilerde Ertuğrul Özkök’ler olmaz. Olursa, merkezde olmaz. Onlar merkezdeyse, orası demokrasi olmaz.

Hâlâ merkezde durabiliyorlarsa, bilin ki, hâlâ bilmediğiniz, bilinemeyen ve açığa çıkması gereken bir şeyler vardır.

Ben buna ‘merkezdeki marjinal testi’ diyorum. Sıradan insan buluşu bir ‘demokrasi ölçer’.


About this entry


0 yorum: