Türkiye’de yazmak tehlikeli bir iştir, tehlikeli değilse işten bile değildir.
Yalnızca siyasi tehlikelerden söz etmiyorum. O, bu işte peşinen vardır. Siyasi tehlikenin haritası son derece bellidir. Belirlidir. Belirlenmiştir.
Ama bir tehlike daha var. Mesela ben yazdığım oldukça kısa süre içinde, yalnızca ve yalnızca yazdıklarım yüzünden iki ‘arkadaşımı’ kaybettim. Nikâh şahitliğini yaptığım iki arkadaştan söz ediyorum. Zaten iki kez nikâh şahitliği yaptım.
İşte bu ikinci tür bireysel tehlikelerin mayın haritası ise son derece belirsizdir.
İlk harita ne kadar belirliyse, ikincisi de tam o kadar belirsizdir. Çünkü ilk tehlikeyi var eden, ve bu kadar belirli kılan, ikinci haritanın belirsizliğidir.
‘Çok belirli’ tehditlerin hiç ‘belli olmayan’ destekçileri de olmasa, bu tehditler bu kadar uzun süre etrafta fink atabilir mi? Demokrasinin kendine ‘demokrat’ diyen köstekçileri de olmasa, demokrasi kendini 2008 yılında Kaf dağının ardına gizleyebilir mi?
Türkiye’deki abartılı köşe yazarlığı vakasının ne demeye geldiğini anlamaya çalıştım uzun süre. Bir kaç klişenin ötesine ben de bir türlü geçemedim. Derken birden dank etti. Fark ediverdim ki, köşe yazarının pek abartılı kıymetinin tek bir nedeni var. Altındaki imza. İmza atabilme ‘küstahlığı’.
Bu memlekette yazı yazmakla, imzalı yazı yazmak arasında banyoda şarkı söylemekle stadyum konseri vermek kadar fark vardır.
Bir yazının altına imza atabiliyorsan köşe yazarlığı için gerekenin yüzde 50’sine sahipsindir.
Bu Türkiye’de çok ama çok ilginç ve dolayısıyla seyirlik bir durumdur, çünkü bir ‘bireyi’ andırıyordur. Birey her şeyden daha nadir bir şeydir Türkiye’de. Bırakın bireyi, ‘bireyimsilik’ bile çok nadirdir.
Çünkü faşist bir kültürüz.
Tamam tamam peki faşist değiliz, artık otoriteriz. Otoriter deyince pek rahatlıyor nedense birileri. Faşist kötüdür de, otoriter iyi bir şey midir? Bence otoriter faşistten beterdir. Bir kere çok çok daha uzun ömürlüdür. Ve daha görünmezdir. Ve daha az tepki uyandıran bir dili, daha iyi uyutan masalları vardır.
Ve otoriterin en büyük korkusu kendine faşist denmesidir. Yani otoriterliğinin altının çizilmesi, otoriterliğinin görünür kılınmasıdır. Kepazeliğinin, ikiyüzlülüğünün yüzüne vurulmasıdır. Beni siyaset bilimi ilgilendirmez. Beni ilgilendiren iletişimdir, siyasettir. Otoritere faşist dediğim zaman siyaset bilimi yapmıyor olabilirim, ama siyaset yapıyorum. Binbir peçe ardında saklı duranı görünür kılıyorum, o kadar.
Dönelim köşe yazarına, dediğim gibi eğer bireyimsiysen, ön bireysen, taşeron bireysen yani, köşe yazarı olarak iş aramaya başlayabilirsin. Bulursan, bir bakmışsın bir Fatih Altaylı, bir Ertuğrul Özkök bile olmuşsun. Hem “büyük” gazeteci, hem de ‘köşeci’ olmuşsun.
Bu yüzde 50’ye bir yüzde 10 daha katarsan ‘aranan’ köşe yazarı olursun. Hülya Avşar gibi bir şey olursun. Vasatiliklerin vasati olmayan bir toplamı olursun. Sanki vasat değilmiş gibi olursun. Otorite bunu ister. Üstüne halkın da bunu istediğini söyler. Halkı böyle ‘kucakladığını’ iddia eder. Fena halde kucaklar da.
Buna bir yüzde 10 daha ilave et, aman aman, bireye benzemeye başlamışsındır. Arkadaşlarından ‘seni düşünen’ birileri senle bir abi, bir baba gibi konuşmaya başlarlar. Şuurunu kaybettiğini düşünürler. Seni itidale davet ederler. Bir yüzde 10 daha koy, o arkadaşları da kaybedersin.
Bir yüzde 10 daha koy. Mesela Perihan Mağden olursun. Arzusuz aşkın ve arzulu nefretin objesi olursun. Ne kazanırsan kazan, bu yükü tazmin etmez. Yüzde 90 bireysindir artık. Geçmiş olsun.
Ama o geriye kalan yüzde 10 var ya, o her şeyden önemlidir. Onu geçebilen, patırtısız gürültüsüz geçilmesine izin veren medeniyetler, dünyayı da yönetirler, kendini yönetmeyi beceremeyen seni de yönetirler. Çünkü gelecek denen kitapsızı ancak onlar karşılayabilirler.
Ve fakat, o sınırı Türkiye’de geçersen Hrant gibi ensenden vurulursun. Nokta gibi, Alper Görmüş gibi bol seyircinin, pardon ‘gazetecinin’, gözü gönlü önünde yağmalanırsın, linç edilirsin.
Ya da kimbilir, artık belki de zamanı gelmiştir. Taraf gibi hâlâ ayakta ve herkese açık durmayı başarabilirsin.
Taraf bu sınırı çoktan geçti. Taraf bir gün Türkiye’nin köşe yazarlığı müessesinden ilk kurtulan gazetesi olacak. Bence oldu bile, yalnızca bunu idrak etmesi zaman alacak. İdrak ettiği gün, benim Taraf’taki son günüm olacak. Gazeten senin önünde gidiyorsa, köşe yazarlığı çok zor bir iştir. Hatta bir gün gelir, imkânsız olur.
Ama o gün, çok güzel bir gündür. Bireyin köşe denen teşhir kafesinden azat edildiği gündür. Yaşamaya başladığı gündür. Bir vicdani retçinin mesela, Türkiye’deki gelmiş geçmiş bütün köşe yazarlarına bedel olduğu gündür.
O gün, hayatı kazanmaya başladığımız gündür.
Taraf’taki son günüm...
About this entry
Youre currently reading Taraf’taki son günüm....
- Published:
- zaman: 11:00 on 5 Temmuz 2008 Cumartesi
- Category:
- gökhan özgün, taraf
- Previous:
- Önceki Kayıt
- Next:
- Sonraki Kayıt
0 yorum: