Taraf ne yaptı? Taraf yine ileri gitti.
İleriye gidince karşınıza kim çıkıyor? Asker çıkıyor. Bunu herkes biliyor mu, biliyor.
Ama tam ne kadar ileri gidince karşınıza asker çıkar, bunu bilmezler. Bilmek istemezler. Askerin üzerine gidince, asker bugün ne kadar geriler, yarın ne kadar üstünüze ilerler, bunu bilmezler. Bilmek istemezler.
Bunu askerin üzerine gidebilen bilir. Ve bunu, bütün ülkeye bildirir. Bu çok önemli bir bilgidir. Bu siyasetin topolojisidir. Bir harita gibidir.
İleri gitmekten hoşlanmayan ‘demokratlar’ kimlerdir? Onlar yerinde duran ‘gerçekçi’ demokratlardır.
İleri giden demokratla yerinde duran ‘demokrat’ arasındaki mücadelede, laf döner dolaşır tek bir kelimeye iner. ‘Gerçekçiliğe’.
Dikkat. Yerinde duran ‘demokratın’ gözünde ileri giden demokrat ‘gerçeğe’ ihanet etmiyordur. ‘Gerçekçiliğe’ ihanet ediyordur.
Bir insan gerçeğe ihanet etmeden, gerçekçiliğe nasıl ihanet edebilir? Bu da daniskasından felsefi bir mevzudur. Yani, hakiki siyasi tartışma budur.
Ama en temel felsefi sorunun, “Ben kimim” diye değil, “Sen benim kim olduğumu biliyo musun” diye sorulduğu bir ülkede, felsefenin sınırları siyasetin çok gerisindedir. Bunun da vahim sonucu çok basittir. Ağır anlam kaymaları. İkiyüzlülüğe çok elverişli bir iklim. Kendine yalan söyleyebilmenin ve kuruntunun bütün imkânlarına açık bir ortam.
Marx ve din olmasa bu memlekette felsefeye giriş yoktur. Hoş, ikisi de Türkiye’de felsefeye arka kapıdan girmiştir. Ama en azından girmiştir.
Marx’ın ‘teslim olma!’ kapısından girenler arasında felsefenin kalbine kadar telef olmadan ulaşabilen az da olsa, mevcuttur. Dinin ‘yalnızca O’na teslim ol!’ kapısından felsefeye girenlerden kaç kişi nereye ulaşabilecek, fırsat verirsek, onu da zaman gösterecek.
Kemalizmin pozitivist kapısı ise iğne deliği kadar dar tutulmuştur. İçgüdüsel bir zekâyla, siyasetten önce, topluma felsefe yasaklanmıştır.
Çünkü felsefe, siyasetin ta kendisidir. Batı’da siyasi kavramların anlamını, içeriğini, içeriklerinin ne kadar zorlanabileceğini, yani sınırlarını, önce felsefe belirler. Siyasetin ortak dilini felsefe kurar. Böylece iyi kötü bir anlam birliği oluşur. Ve tartışma tartışmaya benzer.
Felsefesizliğimiz, Şerif Mardin’in dediği gibi bir ihmal, bir beceriksizlik midir? Yoksa felsefesizlik, askerin ‘felsefesi’ midir?
Askerin düşüncesi felsefenin yerine stratejiyi ikame eder. Ahlakın yerine de prensipleri. Bu askerliğin tabiatındandır. Çünkü asker sürekli savaşa hazırdır.
Çok gariptir ama, bütün terminolojisini askeriyeden alan reklamcılık da aynı felsefesizliğe sahiptir. Reklamcılığın da ahlakı yoktur, prensipleri vardır. Felsefesi yoktur, stratejisi vardır. Çünkü sürekli bir ‘kampanyası’, yani savaşı vardır.
Murat Belge geçen gün köşesinde bir reklamın niyetini sorgularken, reklama epey mesafeli bir insan olmasına rağmen, gerçeği tam ensesinden yakalamış. Evet, reklamcı mümkün olan bütün imkânları kullanır. Çünkü reklamın ‘amaca yönelik prensipleri’ öyle öndedir ki, bir türlü sıra ahlaka, felsefeye gelmez. Gelemez.
Askerimiz bundan böyle bir ‘reklamcı’ gibi çalışacaktır. Yeni darbe modeli budur. Taraf gazetesi de onun strateji ve piyar planını ele geçirmiş ve bütün dünyaya teşhir etmiştir. Siyasetimizin yeni topolojisini, haritasını gözler önüne sermiştir.
Bir zamanlar bir Çinli’nin demokrasi mücadelesiyle ilgili hiç bitmeyen bir yazı okumuştum. Öyle yalnız, öyle ileri giden bir demokrattı ki, ailesi ve çevresinin gözünde bir meczuptu. Hayatının çoğu da hapiste geçti.
Ama bakın bir başka Çinli demokrat onun için ne diyor. “O bir barometre gibiydi. Ona bakıp anlayabiliyorduk, bu toprak mecbur kalınca ne kadar demokrasi kaldırabiliyor. O bizim haritamızdı. Özgürlüğün sınırları onun sayesinde görünür hale geliyordu. Ve sınırlar, ‘yerinde duranların’ sandığından daha genişti. Veya çok farklıydı.”
Sınırları keşif için insanı harekete geçiren siyaset değil, felsefedir. Siyasetin sınırları bir yana, bir coğrafya haritası çıkarabilmek için bile ölümü göze alan insanlar var olduysa, bu sayede oldu.
Son sözüm askere. Evet, Taraf’ın arkasında daha önce hiç görmediğiniz, hiç tanımadığınız bir şey var. Yok ettiğinizi varsaydığınız bir şey. Bir felsefe var. Felsefi bir birlik var. Sizin de felsefeye karşı bir teçhizatınız yok. Bütün teçhizatınız siyasete karşı. Bu felsefe yaşarsa, eninde sonunda askerliğe geri çekileceksiniz.
Ve ancak o zaman, Türkiye’de gazeteciliğin de bir ahlakı, bir felsefesi olacak. Onlar da gazeteciliğe geri çekilecek.
Mücadele, demokratla ‘demokrat’ arasındadır. İleri gidenle yerinde duran arasındadır. Felsefeyle babadan kalma siyaset arasındadır. Bu yeni. Buna artık alışın.
İleri gitmek...
About this entry
Youre currently reading İleri gitmek....
- Published:
- zaman: 11:00 on 23 Haziran 2008 Pazartesi
- Category:
- gökhan özgün, taraf
- Previous:
- Önceki Kayıt
- Next:
- Sonraki Kayıt
0 yorum: