İlk yazı

Bir keresinde, gazetenin birinde, bir köşe yazarının, ben samimiyim, samimiyetime güvenin, benim samimiyetimi herkes bilir, diyerek, yazısı boyunca bitmez tükenmez bir ‘öz samimiyet’ vurgusuna giriştiğine kendi gözlerimle şahit olmuştum. Yazı boyunca en az 5-10 kez tekrar eden bu samimiyet vurgusu nedense hiç aklımdan çıkmadı. O gün bugündür kafamı kurcaladı.

Bir parazit gibi üstüme tüneyip sanki tepemde yaşadı. Hep merak ettim. Niyedir, nedir, bu samimiyet hezeyanı?

Epey sonra birden dank etti ve rahatladım. İnandırıcılığın bittiği yerde başlıyor samimiyet hezeyanları.

Çocuğu rehin alınan bir anneye mesela her şeyi ama her şeyi yaptırabilirsiniz. Çok ama çok samimidir bu anne. Hatta hayatta hiç olmadığı kadar samimidir, ama içine düştüğü durum hiç mi hiç ‘inandırıcı’ değildir. Annenin samimiyeti gerçektir ve/ fakat ‘inandırıcı’ ve ‘hakiki’ değildir.

Memleketim, inandırıcılığını, Latincesiyle ‘kredibilite’sini kaybettikçe daha da büyük samimiyet hezeyanları yaşayacak. Daha da yalnızlaşacak. Ve kimilerine göre yalnızlaştıkça daha da güzelleşecek. Siyasetin bittiği yerde yine şiir başlayacak. Yalnız ve güzel Türkiye’m.

Sen kimseye yâr olmazsın. Sana olan aşkımın samimiyetiyle, birbirimize dokunmadan, hiçbir şeyden gocunmadan sonsuza dek yaşayalım. Tatlı bir hüzünle ağlayalım, ağlatalım. Memleketimin yalnızlığına şehvetin sınırında bir samimiyetle kasideler yazalım.

Bir ülkenin, bir devletin kurulması yetmiyor. Bunu hepimiz en azından Kıbrıs’tan biliyoruz. Tanınması gerekiyor, tanınması. Bu böyle. Bundan hoşlanan, hoşlanmayan herkes bu kadarını idrak edebiliyor. Çünkü bu bir antlaşma.

İşin garibi, artık 2008 yılında bir demokrasinin de tanınması gerekiyor. Sizin kendinizi ve ülkenizi demokrat ilan etmeniz artık yetmiyor. Demokrat dünyada yeriniz olması gerekiyor. Başkalarının, yani ‘yabancıların’ da ‘sizin demokrasinizi’ demokrasi olarak tanıması gerekiyor. İnandırıcı olmanız gerekiyor. Hoşlansanız da hoşlanmasanız da, bu da artık bir antlaşma.


Herkesin bu çok basit gerçeği idrak etmesi gerekiyor. Bu çok basit gerçeği anlayabilmek için ne kadar söz sarf edilecek, ne kadar zekâ heba edilecek, ne kadar cefa çekilecek, ne kadar çirkinleşilecek, ‘yalnız ve güzel’ memleketimde bunu kestirmek çok zor.

Kendi kendine gelin güvey demokrasi artık olmuyor. Kırk gün kırk gece düğün yapsanız da bundan sonra da bir daha olmayacak.

Ali Babacan Avrupa’da konuşuyor. Ve Türkiye’de müslümanların baskı altında olduğunu söylüyor.

Başlıyor samimiyet sorgulamaları. Başlıyor samimiyet hezeyanları. “Yüz binlerce caminin olduğu bir ülkede böyle bir cümle samimi olamaz”lar başlıyor.

Aslında mesele Babacan’ın söylediğinin samimi olup olmaması değil. Önemli olan inandırıcı olup olmaması. Avrupa’da ve hatta Türkiye’de ilk kez kapatılmayla karşı karşıya kalan bir iktidar partisinin müslüman muhafazakâr Dışişleri Bakanı’nın ağzında bu sözler öylesine inandırıcı ki, inanamazsınız.

Ali Babacan’ın sözleri ne kadar inandırıcıysa, demokrasimiz de o kadar inandırıcılıktan uzak.



70 milyonluk bir bünye, düşünün tek bir çatlak sese bile tahammül edemiyor. Kim inanır böyle bir memleketin hakikiliğine? Kim yatırım yapar bu taştan memleketin geleceğine?

Batı’nın inandırıcılığı, Batı’ya küfür bile edilecekse bunu kimseye bırakmamasında.


Batı, hakiki ve derinliği olan, yaşarken kendisiyle hesaplaşabilen bir roman karakterini andırıyor.

Bu derinlik ister istemez iz bırakıyor. Batı’nın tartışılmaz tek erdemi hakikatinde.

Batı’nın tartışılmaz tek gücü de hakikatinde. Batı daha hakiki olduğu için her yere sirayet edebiliyor.

Hakikilik eninde sonunda ağır basıyor. Bu da bir antlaşma. Hayatın ‘gelecek’le antlaşması.

Batı’ya karşı mısınız? Batı’yla meseleniz mi var? Olabilir. O zaman bu hakikate bir başka hakikatle karşı koyacaksınız. İnandırıcı olmayı deneyeceksiniz. Ruhu diz boyu bir genç kız gibi samimiyet buhranları geçireceğinize milletinizin karakterinde bir derinlik yaratacaksınız. Canlı ve kusura açık bir bünye gibi davranacaksınız. Daha hakiki olmaya çalışacaksınız ki, figüran olmayın, size de bu dünyada doğru dürüst bir rol versinler.

Bu Taraf’ta ilk yazım. Artık inandığım, daha da önemlisi kendimi daha inandırıcı bulduğum bir yerdeyim. Hakikaten kabul gördüğüm bir yerdeyim. Yerli yerindeyim. Bu beni daha hakiki, daha inandırıcı yaparsa ne âlâ, yapmazsa, kendi beceriksizliğim.

Radikal’de özellikle İsmet Berkan’dan yalnızca iyi niyet gördüm. Ama, su yolunu buldu.

Olan biten bu kadar basit. Basit şeyler ise nedense bugünlerde buralarda çok derin.


About this entry


0 yorum: